Loading...

Babür İmparatorluğu




 
 

BABÜR İMPARATORLUĞU 
 
 
Kuruluş Tarihi: 1526
Yıkılış Tarihi: 1858
Kurucusu: Babür Şah
Başkenti: Lahor, Delhi
Dili: Farsça, Çağatay Türkçesi, Urduca
Devlet Başkanı: Şah
 
Babür’ün Ortaya Çıkışı ve Babür İmparatorluğu’nun Kurulması

Büyük Timur İmparatorluğu’nun zayıflayıp yıkılmasından sonra Türkistan’da Şeybanîler, İran’da Safeviler, Hindistan’da da Delhi Türk Sultanlığı gibi devletler kurulmuştu. Babür Devleti de, Delhi Türk Sultanlığı’ndan sonra Hindistan’da kurulan ikinci Türk devletidir.

Babür İmparatorluğu’nun kurucusu olan Zahîrüddin Muhammed Babür, baba tarafından Timur’un torunudur. Annesi ise Çağatay hükümdarı Yunus Han’ın kızıdır. Babür’ün babası Ömer Şeyh Mirza, Timurluların Fergana valisi idi. Babasının 1494 yılında ölümü üzerine onbir yaşında onun yerine geçerek Fergana valisi oldu. Babür, saltanatının ilk yıllarında Timuroğullarından diğer beylerle mücadele etmiştir. Babür, iç karışıklıklar ve Özbek hücumları sonucunda 1501 yılında tahtını kaybederek, kendine bağlı az bir kuvvetle Horasan’dan güneye doğru gitmek zorunda kalmıştır. Ancak mücadeleden vazgeçmeyen Babür, Timur Devleti’ni yeniden canlandırmak istiyordu. 1504 yılında Kabil’i Afgan beylerinin elinden almayı başaran Babür, ele geçirdiği toprakları kendisini yalnız bırakmayan mirzalara ve beylere dağıtarak küçük bir devlet kurmuştur.

1509–1511 yıllarında Türk dünyasına egemen olmak isteyen üç büyük devlet vardı. Bunlar Özbek Hanlığı, Osmanlı Devleti ve İran Safevî Devleti idi. Babür, kendi gücüyle Türkistan’a egemen olamayacağını anlayarak Safevî hükümdarı Şah İsmail’den yardım istedi. Şah İsmail’de Türkistan’da etkili olabilmek için bu isteği kabul etti. Babür Şah, İsmail’den aldığı yardımla Buhara, Semerkant, Taşkent ve Fergana’yı Özbeklerden almayı başararak topraklarını genişletti ve Timur’un tahtına oturdu (1511). Şah İsmail de böylece Babür’ün sayesinde Türkistan’a egemen olmuştu. Ancak Türkistan Türkleri, Babür’ün Şah İsmail’in etkisinde kalmasından rahatsızlık duyduklarından Babür’e karşı cephe aldılar. Bu durumdan yararlanmak isteyen Özbekler de Babür’e karşı harekete geçtiler. Şah İsmail’in yardımına rağmen mücadeleyi kaybeden Babür, Türkistan’dan çıkmak zorunda kalmıştır. Bunun üzerine Babür, Timur ülkesini ele geçirme ümidini kaybedince yönünü Hindistan’a çevirmiştir.

Babür, Delhi Sultanlığına karşı yardım isteyen Afgan beylerinin daveti üzerine 1517 yılında Hindistan’a gelmişti. Uzun mücadelelerden sonra Kandehar ve Pencap şehirlerini ele geçirmeyi başaran Babür (1524), Panipat’da 1526 yılında Delhi Sultanı İbrahim Ludi ile yaptığı savaşı kazanarak Delhi ve Agra şehirlerini ele geçirmiştir. Böylece kendisini hükümdar ilan eden Babür, Hindistan’da kendi adını taşıyan devletini kurdu.(1526)

Babür İmparatorluğu’nun Gelişmesi

Kısa sürede Afgan emirlerini ve Hindu prenslerini yenerek Kuzey Hindistan’ın fethini tamamlayan Babür, 1530 yılında Agra’da öldü. Babür’ün yerine vasiyeti gereği oğlu Hümayun (1530–1556) geçmiştir. Hümayun döneminde Gücerat hükümdarı yenilgiye uğratılarak toprakları ele geçirilmiştir. Hümayun’un karşılaştığı en büyük tehlike Bihar Sultanı’nın atabeyi olan Şir Han’la yaptığı mücadeledir. Şir Han, 1539 yılında bir gece baskınıyla Hümayun’u ağır bir yenilgiye uğratarak sultanlığı ele geçirmişti. Daha sonra Şir Han’la mücadele eden Hümayun ve kardeşleri başarılı olamayarak İran’a sığınmak zorunda kalmışlardır. 15 yıl süre ile tahtını kaybeden Hümayun, Safevîlerden aldığı yardımla tekrar tahtına sahip olmuş ve kardeşlerini de etkisiz hale getirmeyi başarmıştır (1555). Hümayun, tahtına sahip olduktan kısa bir süre sonra da ölmüştür (1556).

Hümayun’dan sonra 13 yaşındaki oğlu Ekber (1556–1605) Babür tahına geçmiştir. Sultan Hümayun’un tecrübeli komutanlarından olan Bayram Han da Ekber’in atabeyi olmuştur. Sultan Ekber, hâkimiyetini sağlamlaştırmak için, ülkeyi yeniden ele geçirmek ve fetihlerde bulunmak zorunda kalmıştır. Gücerat, Ganj Vadisi, Bengal, Kâbil, Keşmir ve Kandahar’ı alarak topraklarını genişleten Sultan Ekber, ülkesinde birlik ve düzeni sağlamış, halkına da dinî hoşgörü göstermiştir. Ekonomik alanda da yeni düzenlemeler yapan Sultan Ekber, Safevîler, Özbekler, Osmanlılar ve Portekizlilerle ticari ilişkiler kurmuştur.

Sultan Ekber’den sonra oğlu Selim “Cihangir” unvanı ile tahta oturmuştur (1605–1627). Cihangir, babası Ekber’in aksine zayıf karakterli ve eğlenceye düşkün bir hükümdardı. Onun zamanında İngilizler, Hindistan ticaretine el atmışlardır (1613). Cihangir’den sonra oğlu Şah Cihan hükümdar olmuştur (1628–1658). Bu dönemde Tibetlilerle yapılan mücadeleler sonucunda başarılı olunarak sınırlar genişletilmiştir. Şah Cihan zamanında devlet, özellikle sanat ve mimarlık alanlarında gelişme göstermiştir. Dünyanın en güzel ve gösterişli anıtlarından biri olan Tac Mahal’i Şah Cihan, ölen karısı Mümtaz Mahal (Ercümend Banu Begüm) için yaptırmıştır. Tac Mahal’ın yapımı yaklaşık 22 yıl sürmüştür. Anıtın mimarı Mimar Sinan’ın öğrencilerinden olan İstanbullu Mehmet İsa Efendi’dir. Yapıda tamamen ak mermer kullanılmıştır. Anıtın yine ak mermerden dört minaresi vardır. Kubbenin mimarı ise İstanbul’dan gelmiş olan İsmail Efendi’dir. Mermer duvarlara yüz binlerce akik, sedef, firuze gömülmüştür. Ayrıca bunların içinde 42 zümrüt, 142 yakut, 625 pırlanta, 50 tane de çok büyük inci vardır. Şah Cihan’da 1666’da yine bu anıta gömülmüştür.

I. Alemgir (1658–1707), babası Şâh Cihan’ın ölümünden sonra kardeşleri ile yaptığı mücadeleyi kazanarak tahta çıkmıştır. I. Alemgir döneminde, İngilizlerden sonra Hollandalılar da Gücerat limanlarında ticari imtiyaz elde etmişlerdir. I. Alemgir, buradaki yabancı şirketlerin sömürücü tutumlarını önlemeye çalışmış, gümrük vergilerini artırmıştır. Halkın Hindulaşmaması için de büyük çaba harcamıştır.

Babür Devleti’nin Zayıflaması ve Yıkılışı

I. Alemgir’in 1707’de ölmesiyle Babür Devleti gerilemeye başlamıştır. Devlette taht kavgaları ve dinî nitelikli büyük ayaklanmalar çıkmıştır. Bu mücadeleler sonucunda Afganlılar, bağımsızlıklarını kazanmışlardır. Böylece Babür Devleti, 1723 yılında Delhi ve Haydarabat devletleri olmak üzere ikiye bölünmüştür. Bu durumdan yararlanmak isteyen Safevî hükümdarı Nadirşah, 1738 yılında Kandahar’ı ertesi yıl da Delhi’yi ele geçirmiştir. Nadirşah, İndus’un batısındaki toprakların İran’a bırakılması ve devlet hazinesinin de kendisine verilmesi şartıyla, Babür hükümdarı Muhammet Şah’ı tahtında bırakmıştır. 1766 yılında İngilizler, Babür hükümdarı Şah Alem ile Allahabat Antlaşması’nı imzalayarak, Hindistan’daki iktisadi hâkimiyeti ele geçirmişlerdir. 1857 yılında İngilizlere karşı çıkarılan Sipahi İsyanı Babür İmparatorluğu’nun sonunu getirmiştir. Sipahi isyanının temel nedenleri şunlardır:

– Ekonomik durumun bozuk oluşu,
– Şehirlerdeki işsizlik oranının çoğalması,
–Hinduların misyoner faaliyetleri sonucunda, ülkenin yarım yüzyıl sonrasında Hıristiyanlaştırılacağına inanılması,
–Müslümanların ülkedeki egemenliğin İngilizlere kaptırılmış olmalarından dolayı duydukları rahatsızlık,
– Müslümanların Hıristiyan misyonerlerine karşı duydukları tepkiler,
– İngilizlere karşı düşmanlık duygularının gelişmesi, halkın II. Bahadır Şah etrafında toplanmasına sebep olmuştur.

Babür İmparatorluğu’nda Kültür ve Uygarlık

Devlet Yönetimi

Babür İmparatorluğu’nun başında bulunan hükümdar için padişah, şehinşah, şah ve hakan unvanları kullanılmıştır. Babür hükümdarları Delhi ve Agra’daki saraylarda otururlardı. Bu saraylar duvarlarla çevrili olup, askerler tarafından da korunurdu. Şehzadelerin devlet yönetim tecrübesi kazanmaları ve yetişmeleri için büyük illerde ve orduların başında görevler verilirdi. Devlet yönetiminde hükümdardan sonra en yetkili kişi vekil-i mutlak denilen hükümdar vekili idi. O, bütün sivil ve askeri işlerde hükümdarın vekili durumundaydı. Fakat güçlü hükümdarlar döneminde bu makama görevli atanmamış, hükümdar devleti kendisi yönetmiştir. Devletin mali işlerine bakan kişi ise vezir idi. Vezir aynı zamanda en büyük divan olan Divan-ı Âla’nın da başkanı idi. Bu divanın başlıca görevleri, devletin giderlerini denetlemek, devletin bütün gelir ve gider defterinin tutulmasını sağlamak ve hükümdarları mali işler konusunda aydınlatmaktı.

Babür İmparatorluğu’nda ülke, yönetim bakımından vilayetlere (şube) ayrılmıştır. Bu vilayetlerin başında hem vali hem de komutan olan şubedar bulunurdu. Şubelerdeki güvenlik işlerinden kutval sorumlu idi. Babürlülerde şubeler kazalara (serkar), kazalar da kasabalara (nahiye=pergene) ayrılmıştı.

Babür İmparatorluğu’nda saray ve devlet işlerinde çalışan, yönetimde etkili diğer görevliler de şunlardır:

Mühürdar: Hükümdarın mührünü taşıyan görevlidir.
Mir bahşi: Ordunun yönetiminden ve mali işlerden sorumlu kişidir.
Mir bahr: Deniz, ırmak ve liman işlerinin başıdır.
Bar beyi: Sarayın baş teşrifatçısıdır. Ayrıca dilekçeleri alan ve saraya gelen kişileri hükümdara takdim eden görevlidir.
Hansalar: Sofracı başıdır.
Ahta Beyi: Ahır beyidir ve hükümdarın atlarından sorumludur.
Kur Beyi: Hükümdarlık alâmetlerini muhafaza eden görevlidir.
Münşi: Hükümdarın başkâtibidir.
Kadı-ül-kuzzat: Adalet işlerinin başıdır.

Ordu

Babür Ordusunun büyük bir kısmı tuyul (ikta) sahibi kişilerin beslediği askerlerden oluşuyordu. Devlet, bir beye toprak veya para verir, beyde bunun karşılığında belirli sayıda asker besleyerek savaşa hazırlardı. Ayrıca hükümdarların güvendiği kişilerden oluşan hassa askerleri de vardı. Ordunun idari ve mali işlerinin sorumlusu mir bahşi denilen görevli idi. Babür ordusu atlı ve yaya askerlerinden oluşuyordu. İlk zamanlar ordu da filler de yer almış, fakat topun kullanılması ile ordudaki fillerin sayısı gittikçe azaltılmıştır.

Toprak Yönetimi ve Maliye

Babür İmparatorluğu’nda topraklar iki bölüme ayrılmıştı. Birincisi doğrudan doğruya hükümdara veya hazineye ait topraklardı. Bunlara halise topraklar denirdi. İkincisi de hizmetleri karşılığında çeşitli idarecilere ikta olarak verilen topraklardı ki bunlara da tuyul topraklar adı verilmiştir. Halise ve Tuyul topraklar dışında süyûrgal ve altamga topraklar da vardı. Süyûrgallar; âlimlere, dünyadan elini eteğini çekmiş şeyhlere ve yoksullara verilen topraklardı. Geçici hizmet karşılığı daimî olarak verilen topraklara da altamga denirdi.

Babür İmparatorluğu’nun başlıca gelir kaynakları; deniz taşımacılığından elde edilen gelirler, tuzlaların ve gümrüklerin gelirleri, toprak ve toprak ürünlerinden alınan vergiler, cizye, hükümdara sunulan hediyeler ile yarı bağımsız devletlerin ödedikleri vergilerdi.

Babür İmparatorluğu’nun para birimi de rupi denilen gümüş para idi. Ayrıca alışverişte gümüş paranın yanı sıra altın ve bakır paralar da kullanılırdı.

Din, İnanış ve Hukuk

Babür hükümdarları Hindistan’da İslamiyetin yayılması için çok çalışmışlardır. Hükümdarlar din adamlarına büyük saygı duymuşlar ve din adamlarının çok iyi yetişmeleri için de gayret göstermişlerdir. Dinî konularda hoşgörülü olan Babür hükümdarları, ülkelerinde şeri hukukun yanında örfi hukuku da kullanmışlardır. Babür Devleti’nde din işlerine Sadr denilen din adamları bakardı. Sadrların başındaki görevliye de Sadrü’s südûr denilirdi. Devlet merkezinde adalet işlerinin başındaki görevliye de kadı-ül-kuzzat denilmiştir. Her vilayet merkezinde ve kazalarda kadılar bulunurdu. Kadılar davaları şeriata göre sonuçlandırırlardı. Hükümdarlar da belli günlerde davalara bakarlar ve yanlarındaki kadılara danışarak hüküm verirlerdi.

Bilim, Dil ve Edebiyat

Babür hükümdarları bilime, bilim adamlarına, şair ve sanatçılara büyük önem verip onları korumuşlardır. Özellikle Ekber Şah döneminde eğitime büyük önem verilmiş ve onun zamanında birçok medrese açılmıştır. Medreselerde ahlak, matematik, astronomi, tarım, ölçme bilgisi, ev idaresi, siyaset ve idarecilik, mantık, tıp, tarih ve dinî bilimlerle ilgili dersler okutulmuştur.

Babür İmparatorluğu’nun resmî dili Farsça idi. Saray ve orduda ise Türkçe konuşulurdu. Ekber Şah döneminde pek çok eser Farsçaya tercüme edilmiştir. Tarihçi Ebul Fadl Allâmî, Ekber Şah adına Ekbernâme ve Ayin-i Ekberî adlarında iki değerli eser yazmıştır. Hoca Nizamüddin Ahmet’in yazdığı Tabakat-ı Ekber adlı kitabı da, Hindistan tarihini anlatan önemli eserlerden birisidir.

Sultan Babür, yoğun işleri arasında bilim ve sanatla da uğraşmıştır. Babür, iyi saz çalmış ve besteler yapmıştır. O aynı zamanda çok iyi bir hattattı. Hatt-ı Bâburî adıyla bir yazı da icat etmiştir. Babür’ün Çağatay Türkçesi ile yazdığı eserlerden bazıları; Babür name, Aruz Risalesi, Mübeyyen, Risale-i Validiye Tercümesi ile şiirlerini topladığı bir de Divan’ı vardır. Sultan Babür’ün seyahat ve hatıra kitabı olarak yazdığı Vekayi adlı eseri, genelde Babürname olarak bilinir. Eser sade ve açık bir Türkçe ile yazılmıştır. Babür eserinde idari, ahlaki, fikrî ve edebî hayatını anlatmıştır. Ayrıca gezip gördüğü yerlerin sosyal ve kültürel özelliklerine de değinmiştir.

Sultan Hümayun’un kız kardeşi Gülbeden Begim, Hümayun name adında Farsça bir tarih kitabı yazmıştır. Sultan Cihangir tarafından yazılan Tüzük-i Cihangiri adlı hatırat da önemli bir eserdir. Sultan Şah Cihan döneminin en ünlü tarihçisi de Abdülhamit Lahverî’dir.Yazdığı eserinin adı Padişahname’dir. Sultan Alemgir devrinin ünlü şairi ise Mirza Abdülkadir Bedil’dir. Sultan Alemgir, döneminin olaylarının yazılmasını bilinmeyen bir nedenle yasaklamıştır. Onun tarihçisi olan Münşi Muhammed Kazım’ın kaleme aldığı Alemgirnâme’si bu nedenle onuncu yılda kesilmiştir. Özellikle Sultan Ekber ve Cihangir devrinde Hindulara büyük kolaylıklar gösterilmesi nedeniyle, Hindular tarafından çok güzel edebî ürünler ortaya konulmuştur.

Ekonomi

Babürlüler, Hindistan’ı bayındır hale getirmek, ticareti canlandırmak ve tarım üretimini artırmak için tedbirler almışlardır. Topraklar işlenmiş, sulama kanallarının yardımıyla tarımsal üretim artırılmıştır. Babür Devleti’nde üretilen başlıca tarım ürünleri buğday, pirinç, pamuk ve darıdır. Avrupa’ya ihraç ettikleri tarım ürünleri ise afyon, çivit, biber ve çeşitli baharatlardır. Babür Devleti’nde pamuklu dokuma, gemi yapımı, şeker ve yağ sanayisi ile kuyumculuk, altın, gümüş, fildişi ve oymacılık gibi el sanatları da gelişmişti.

Babür İmparatorluğu güçlü bir ihracat potansiyeline sahip bir ülke idi. Barut yapımında kullanılan güherçile, ihraç edilen malların başında geliyordu. Altın ve gümüş gibi değerli madenler Hindistan’da az olmasından dolayı dışarıdan temin edilmiştir. Ordunun ihtiyacını karşılamak için Türkistan, İran ve özellikle de Arabistan’dan çok sayıda at getirilmiştir.

Babür İmparatorluğu’nda kara ticareti Türkistan, Horasan ve İran ile Lahor, Kabil, Kandahar üzerinden kervanlarla yapılırdı. Coğrafi keşifler sonucu Ümit Burnu yoluyla Hindistan’a ulaşılınca, bu kervan yolu eski önemini yitirmiştir. Daha sonraları Avrupalı tüccarlar Hindistan ticaretinde etkili olmuşlardır. Özellikle İngilizler, tüccarları için Faktory (Fektori) denilen bölgeler elde ederek, buralarda yerli tüccarlardan aldıkları malları depoluyorlar, ticari gemileri gelir gelmez de bu malları gemilerine yüklüyorlardı. Önceleri ticari amaçla Hindistan’a yerleşen İngilizler, daha sonralarda ise Hindistan’ı İngiliz Sömürge İmparatorluğu’nun bir parçası durumuna getirmişlerdir.

Sanat

Babür İmparatorluğu’nda mimari, resim ve süsleme sanatları gelişmiştir. Hindistan’da yapılan eserlerde yontulmamış kırmızı kum taşı ve ak mermer bolca kullanılmıştır. Sultan Babür, Hindistan’da beş yıl gibi kısa bir süre bulunmasına rağmen, yine de birçok eser yaptırmıştır. Panîpat zaferini ebedileştiren Kâbil şah Camii, Sambhal Camii ile Agra Camisi bunlardan bazılarıdır. Sultan Hümayun devrinde birçok eser yaptırılmışsa da, bugün bunlardan çok azı ayakta kalabilmiştir. Sultan Hümayun, Agra’da yıkık bir cami ile Fethâbât Camisi’ni inşa ettirmiştir. Sultan Ekber, uzun süren saltanatı sırasında pek çok mimari eser yaptırmıştır. Bu eserlerin başlıcaları, Hümayun Türbesi, Şemseddin Eteke Han Türbesi, Agra Kalesi, Lahor Kalesi, Givalyor’da Muhammed Gavs Türbesi, Cavnpur Köprüsü ve Agra’nın batısında yaptırdığı Fetihpur Sikri Şehri’dir. Fetihpur Sikri, her türlü ihtiyacın karşılandığı bir şehir olup, içinde camiler, türbeler, hanedan hanımları için saraylar yapılmıştır.

Sultan Cihangir’in mimarlık alanındaki çalışmaları, diğerlerine göre azdır. Onun döneminde yapılan eserler arasında Lahor’da Motî Mescid (İnci Cami) ile tamamına yakını beyaz mermerden inşa edilmiş olan, kayınpederi İtimâd ed-Devle için Agra’da yaptırdığı türbesidir.

Şah Cihan devrinde Babürlü mimarisi en parlak devrini yaşamıştır. Bu devirde yapılan eserlerin en önemlisi Tac Mahal’dir. Şah Cihan, ölen karısı Mümtaz Mahal (Ercümend Banu Begüm) için yaptırmıştır. Tac Mahal’in çok güzel bir bahçesi ve yakınında da bir camisi vardır. Şah Cihan devrinin en önemli eserlerinden birisi de Delhi Kalesi (Kımızı Kale)’dir. İstanbul’daki Topkapı Saraylar topluluğunun bir benzeridir. Sultan Alemgir devrinde mimari yönden bir çöküş başlamış olsa da buna rağmen yine de bazı eserler yaptırılmıştır. Bunlar Lahor’daki Padişahî Cami’si ve Delhi kalesindeki Motî Mescit’idir.

Babür İmparatorluğu’nda süsleme sanatları içerisinde özellikle kakmacılık çok gelişmiştir. İnşa edilen mimari eserlerin iç ve dış yüzeyleri, genellikle mermere kakılan renkli değerli taşlarla çeşitli şekiller meydana getirilerek süslenmiştir. Ayrıca Babürlerde minyatür sanatı da çok gelişmiştir.

Babür İmparatorluğu Hükümdarları

1) Babür Şah (1483 – 1530)
2) Nasireddin Muhammed Hümayun Şah (1530 – 1540)
3) Ekber Mirza Şahı (1556 – 1605)
4) Cihangir Şah (1605 – 1627)
5) Şah-i Cihan I (1627 – 1658)
6) Alemgir Şah I (1658 – 1707)
7) Bahadır Şah I (1707 – 1712)
8) Cihahgir Şah (1712 – 1713)
9) Ferruh – Siyer Şah (1713 – 1719)
10) Refiudderecat Şah (1719)
11) Şah-i Cihan II (1719)
12) Muhammed Şah (1719 – 1748)
13) Ahmet Şah (1748 – 1754)
14) Alemgir Şah II (1754 – 1759)
15) Şah-ı Alem (1759 – 1806)
16) Ekber Şah (1806 – 1837)
17) Bahadır Şah II (1837 – 1858)